Kayıtlar

aylaya

boşluğun dolu tarafında karantinalardayım.  hayatım dünyanın sonuna doğmuş gibi. başım yastığın kan dolu tarafında, masallarım kabusların kendisi olmuş. dünya bugün de tersinden doğmuş güneş bugün de sözünde durmuş gibi bir tekdüzelik. unutamadığım yeminlerim yedi şarap kadehinde. yeniden kurmaya başlayamadığım hayallerim, teselli dolu omuzlarımda yükseliyor.  yönünü kaybetmiş bir turna gibi çarpıyorum yaşlı ağaçlara.   bir hayat en fazla ne kadar yaşanamaz da olur böylesi. daha fazla ne kadar kara. ne kadar dar. kadarıyla. 

gözbilim

zamanla saatlerce sevişti güneş. iki çocukları oldu. çocuklarının isimleri ölüm ve merhametti. ölüm henüz erken yaşlarda, adına eşdeğer bir şekilde son nefesini vermişti. merhamet güneşin üstünü çamurla örttü. o da son nefesini verirken, avazı çıktığı kadar şu şekilde bağırıyordu. ''bu dünya güneşi, bu parlaklığı hak etmiyor. tüm insanlık, vicdanlarını henüz çocukken diri diri toprağa gömmüş. kendi sefaletinizde yok olun!''

gaye

insan mutlu olmak için yaşar hüzüne ulaşmak için adeta ölür bir insanı en çok hüzünlendirecek şey; çocukluğunun geri gelemeyeceğini sindirdiği o acı andır. meçhul geleceği güzel ve çekici vaatler ile onun aklını çelmeye çalışsa da, asla başarılı olamaz. çünkü; hüzün insanı her zaman doyurur. evet mutsuzdur o an, ama o andan haz alamayacağı anlamına gelmez bu. insanlığının manası öğrenir hüzünün doruk noktasında. çocukken büyümenin ne olduğunu asla bilemez . yaş alınca küçülme isteği hep bundan. hüzünü arzulamak ve işte ona ulaşmak. hedef her zaman müspet dozda acı.

ne var ne yok

pozisyon var gol yok kılıç var kan yok umut var gelişme yok dert var çare yok cefa var rahat yok aşk var yâr yok sigara var ümit yok gece var aydınlık yok kaygı var sefa yok doğa var canlı yok tehlike var yakalanmak yok sabah var çorbacı yok özlem var çaba yok istek var halim yok hırs var başarı yok su var yaşam yok ilham var defter yok dost var yolcu yok sevgi var karşılık yok bulut var yağmur yok dünya var mutluluk yok kumar var şans yok sevişmek var zevk yok arkadaş var samimiyet yok yemek var tat yok ceku var arif yok istanbul var iyilik yok yenilgi var kuşku yok kuş var ağaç yok perişanlık var vazgeçmek yok gemi var ismail abi yok yaşanmışlık var gurur yok idam var son istek yok maç var kaleci yok hayaller var zaman yok sonbahar var yaprak yok cinayet var iz yok tekrar var üzüntü yok bira var behzat amirim yok anahtar var kapı yok kanser var doktor yok hırsız var eşya yok izmir var deniz yok borç var para yok okul var öğretmen yok acı v

kayıp mendil

yazın ortasında terleyerek uyanmıştım ilk defa. saniyelerdir bu olmuyordu, hayatımda her şey sürekli tekrar ederken ne olmuştu da bu kez farklı bir şey olmuştu anlayamadım. ve aklıma gökyüzüne bakmak geldi. aniden başımı yukarı çevirip baktığımda ten acıtan kırmızı asit yağmuru yağıyordu. uyandığım zaman etrafın kan kırmızı olmasından bunu anlamalıydım zaten. o kırmızı yağmurlar yerde birikmiş insandan portreler oluşturmuştu. üşenmeyip tüm şehri gezdim. evet gördüklerim beni hayal kırıklığına uğratmamıştı. her portrede uzun bir saç , küçük bir göz, ortalama bir burun, normal üstü dudaklar vardı. inanamıyordum uzun uzun gözlerin içine baktığımda kendimi görmüştüm. bunu, aşkın ömrü var diyenlere göstermek isterdim ama gözlerimden akan su portreyi yok etmişti.

bir gün mutlaka ''gelecek''

şu sandalyelerin şekilsizliğinden anlaşılıyor terk edilmiş olduğu evin. kaçışmalar olmuş. baksanıza posta kutusu dolmuş, taşmış. bardaklarda su yerine oluk oluk kan var. saatlerin pili bitmiş. banyo örümcek ağından geçilmiyor. pencerelerde cam kırıntısı dahi yok. yataklar sararmış ve parçalanmış. yemek dediğin küften ekmek. kokular gideli bayağı olmuş. bütün kitaplar küle dönmüş. beyaza boyanan duvarlar izlerden simsiyaha dönmüş. fırtına da çıkmış belli ev toz dolu. çiçekler yalnızlıktan solmuş. kafesteki kuş açlıktan ölmüş. karıncalar bile anlayıp terk etmiş o evi. hangi ev mi bu? o evde tam 7 milyar kişi yaşıyordu.

gün doğmak üzere

belirsizlikler biz insanları korkuya sürüklüyor. heyecan damarlarımız aktif bu aralar. 1 salise sonra ne olacağını bilememek insanı özel kılmayan şeylerden biri. bu durum mutsuzlukları ve öfkeyi de beraberinde getirir. ama bize vaad edilen bu değil yeşil bahçelerdi. yangını başlatan kimdi peki. ben dedektif değilim ama galiba bizlerdik. insan kendi mutsuzluğunu kendisi yaratır en nihayetinde. gün batıp, zalim siyah hakimiyeti ele geçirdiğinde insanın neşesi kaçar, dertleri gelir aklına. bizler çare küpü değiliz. hangi birisiyle uğraşalım. diye düşünüyorsanız yanılıyorsunuz, çünkü; insan düzeni bulduğunda saçı çoktan beyazlamıştı. yani sorunlarımızla bir günü geçirdiğimizde kendimizi yolun sonunda bulacağız. ayaklarım titriyor. oturacak bir yer var mı?