Kayıtlar

2016 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

ne var ne yok

pozisyon var gol yok kılıç var kan yok umut var gelişme yok dert var çare yok cefa var rahat yok aşk var yâr yok sigara var ümit yok gece var aydınlık yok kaygı var sefa yok doğa var canlı yok tehlike var yakalanmak yok sabah var çorbacı yok özlem var çaba yok istek var halim yok hırs var başarı yok su var yaşam yok ilham var defter yok dost var yolcu yok sevgi var karşılık yok bulut var yağmur yok dünya var mutluluk yok kumar var şans yok sevişmek var zevk yok arkadaş var samimiyet yok yemek var tat yok ceku var arif yok istanbul var iyilik yok yenilgi var kuşku yok kuş var ağaç yok perişanlık var vazgeçmek yok gemi var ismail abi yok yaşanmışlık var gurur yok idam var son istek yok maç var kaleci yok hayaller var zaman yok sonbahar var yaprak yok cinayet var iz yok tekrar var üzüntü yok bira var behzat amirim yok anahtar var kapı yok kanser var doktor yok hırsız var eşya yok izmir var deniz yok borç var para yok okul var öğretmen yok acı v

kayıp mendil

yazın ortasında terleyerek uyanmıştım ilk defa. saniyelerdir bu olmuyordu, hayatımda her şey sürekli tekrar ederken ne olmuştu da bu kez farklı bir şey olmuştu anlayamadım. ve aklıma gökyüzüne bakmak geldi. aniden başımı yukarı çevirip baktığımda ten acıtan kırmızı asit yağmuru yağıyordu. uyandığım zaman etrafın kan kırmızı olmasından bunu anlamalıydım zaten. o kırmızı yağmurlar yerde birikmiş insandan portreler oluşturmuştu. üşenmeyip tüm şehri gezdim. evet gördüklerim beni hayal kırıklığına uğratmamıştı. her portrede uzun bir saç , küçük bir göz, ortalama bir burun, normal üstü dudaklar vardı. inanamıyordum uzun uzun gözlerin içine baktığımda kendimi görmüştüm. bunu, aşkın ömrü var diyenlere göstermek isterdim ama gözlerimden akan su portreyi yok etmişti.

bir gün mutlaka ''gelecek''

şu sandalyelerin şekilsizliğinden anlaşılıyor terk edilmiş olduğu evin. kaçışmalar olmuş. baksanıza posta kutusu dolmuş, taşmış. bardaklarda su yerine oluk oluk kan var. saatlerin pili bitmiş. banyo örümcek ağından geçilmiyor. pencerelerde cam kırıntısı dahi yok. yataklar sararmış ve parçalanmış. yemek dediğin küften ekmek. kokular gideli bayağı olmuş. bütün kitaplar küle dönmüş. beyaza boyanan duvarlar izlerden simsiyaha dönmüş. fırtına da çıkmış belli ev toz dolu. çiçekler yalnızlıktan solmuş. kafesteki kuş açlıktan ölmüş. karıncalar bile anlayıp terk etmiş o evi. hangi ev mi bu? o evde tam 7 milyar kişi yaşıyordu.

gün doğmak üzere

belirsizlikler biz insanları korkuya sürüklüyor. heyecan damarlarımız aktif bu aralar. 1 salise sonra ne olacağını bilememek insanı özel kılmayan şeylerden biri. bu durum mutsuzlukları ve öfkeyi de beraberinde getirir. ama bize vaad edilen bu değil yeşil bahçelerdi. yangını başlatan kimdi peki. ben dedektif değilim ama galiba bizlerdik. insan kendi mutsuzluğunu kendisi yaratır en nihayetinde. gün batıp, zalim siyah hakimiyeti ele geçirdiğinde insanın neşesi kaçar, dertleri gelir aklına. bizler çare küpü değiliz. hangi birisiyle uğraşalım. diye düşünüyorsanız yanılıyorsunuz, çünkü; insan düzeni bulduğunda saçı çoktan beyazlamıştı. yani sorunlarımızla bir günü geçirdiğimizde kendimizi yolun sonunda bulacağız. ayaklarım titriyor. oturacak bir yer var mı?

akciğer

rahatlayacağımı bilsem litrelerce kusmak isterim. ama çareler beni terk ettiğinden beri bir çıkış yolu arıyorum. bu, bir insanın ayakları olmadan yürümesi, elleri olmadan sevdiğinin tenini hissetmesi , gözleri olmadan film izlemesi , kulakları olmadan müzik dinleyebilmesi ve kalbi olmadan yaşamaya çalışması gibi. imkanlı ama, sızlayan imkanlarla anca imkanlı. imkanı olan insandır, bizler değil. zaten her gece burnumuzdan dumanlar çıkınca anlamıştık bu dünyanın bize göre olmadığını. baksanıza bulutlardan küller yağıyor üstümüze. dertli olan yalnızca biz değilmişiz.

inansan iyi olur

onursuzluğun çamurdan yaratılmış kopyası gibiyim şu aralar. başıma ne gelse şaşırmayacak konumdayım. ben hiç sıkılmazdım da bu farklı bir durum. mutsuz da değilim aslında arada gülüyorum. ölmeyi de sevmem, düşünemem bile. ben hiç bir şeyim şu anda. hiç bir şeyi başaramayan hiçbir adam. ruh ikizim varsa bile bakmaya çekiniyorum. çünkü ben hep en tercih edilmeyen kişi oldum. mahalledeki oyunlarda en arkadaki, sokaklardaki futbol maçlarında top toplayıcı, sınıfta boyu uzun olmamasına rağmen en arka sırada oturmayı tercih eden adam. istesem belki değiştirebilirdim kaderimi. bilmiyorum belki de değiştiremezdim. ama konu kesinlikle bu değil. konu, insana mecbur bırakılan yaşam planı. farklı bir taktik ile yaşamaya çalışırsan eğer, hayat seni yutuyor bu dünyanın üstünde. ben hiç kimse olarak yaşamaya devam edeceğim bu yüzden. ve inanır mısın? sen de öyle.

yetmiş iki

hayal kurabildiğim için bana deli dediler. İlk başlarda sineye çekebiliyordum bu rütubetli duvarla yaşamayı. ben hayal ediyorum daha bir yaşamı. beni buraya attılar, ben atılmaktan onur duydum. deliler hep onur duyar demişti bana. ben olmadığım durumlara sokuyordum kendimi hayallerimde. asla olamayacağım durumlara. insan yetmiş şey yaşasa, yetmiş birinci şeye ulaşamadığı için yetmiş kez kafasını duvarlara vurur. şu kara boşluğa atmak ister bazen. ben insan türünden olmama rağmen asla anlamayı algılayamadım. hayal kuramadığım için bana köle dediler. insan doğar ve belli bir zamana dek kendi kararlarını alır. ancak konuşmayı başardıktan sonra insan, ilk çocukken köle olur. bize söylenenleri yerine getiririz. ve köleyken insan, işte o insan ölene dek çocukluğundaki zamanları anımsar. siz buna yaşam koşulları diyorsunuz, ben diyemem. kusura bakmayın ama ben düzeni tanımıyorum. bir milyon insan bir alana toplansa ve hep bir ağızdan özgürlük diye bağırsa. ne uzun boylu adamlar, ne de bıç